GÖKKUŞAĞI ZAMANI
Çarşamba, Mayıs 25, 2016Bazen kalem durur. Kıpırdamaz kağıt üzerinde. Yürek kaskatı, zihin karma karışıktır. Bir soluk gerekir onu koşturmaya. Bir heyecan, bir coşku.
Bazen bir dost merhabasında, bazen bir dilenci duasında, bir bebek çığlığında, bir yıldızın pırıltısında, rüzgarda, gülde, tebessümde bulur o hevesi, neşeyi. Tutamazsınız o zaman. Deli bir doru olur, dolanır kağıt üzerinde. Ne jokey görür gözü, ne dinler seyis sözü.
Akar ahenkle, geçmişten süzer, geleceğe dizer. Salınır, süzülür, dans eder. Bırakın o zaman, nefesi tükenene, yorulup bitene kadar koşsun. Kurtulmak istediklerini savurup atsın, sunmak istediklerini paket yapsın, saklamak istediklerini sandıklasın. Özelini, güzelini, neşesini, öfkesini satır satır döke saça yazsın.
Bir zamandır, kalemim cansız, yüreğim heyecansızdı. Yorulmuş, takatsiz kalmıştı. Mürekkebi solmuş, tat vermez olmuştu. Yeni merhabalar ile tatlı bir coşku buldu. Yeni diyar, yeni insanlar, yeni merhabalar taze kan oldu kalemime. Yazdıkça seviyor, sevdikçe yazabiliyorum. Selamlarınız geliyor, teşekkürleriniz ulaşıyor, takdirleriniz içimi tazeliyor.
Gözlerinize bakabiliyorum sizlerin. Gülüşleriniz yüreğimi ısıtıyor. Bir de kalemleriniz akıtsa içinizdekileri. Merhabalarıma, merhabalar gelse. Kim, nasıl, nerede yaşıyor bilebilsem.
Boşluğa çığlık atıp, sesimi beklemeye benziyor, sessizce ve ümitle yüreğini yazıp, okunmasını beklemek. Yalnızlık adasından, diğer yalnızlara el sallamak, sesini duyurmaya çalışmak.Yağmur duası yapan köylülerin, eve dönerken ıslanmayı hayal etmesi gibi. Çocukların coşkuyla, gök kuşağını yakalamaya koşması gibi. Gök kuşağı zamanı, ıslanmak, aydınlanmak ve renklenmek. Gök kuşağı zamanı. Neydi gök kuşağı... Yağmur, güneş, ikilisinin valsi, gök kuşağı...
Hayatın tılsımı bu üçgen. Zaman selinde, yaprak gibi sürüklenirken, göze değen, yüreğe dokunan, başka gönüllerce zevkle okunan sihirli bir şiir. Yağmur- ışık- gök kuşağı...
Çocukken başlayan hayaller, ilk gençlikte küçük idealler, fakültede durdurulmaz hedefler. Hepsi yağmur gibi üst üste gelip, günü- geceyi anlamadan bitiriyorlar. Yirmiye kadar olan zamanda her gün yeni bir SEN, yeni bir kişilik tablosu çizerek geçiyor. Öyle hızlı ki not almazsan hatırlayamayacağın kadar fazla ve farklı. Selin kumu gibi inceler sürüklenip gidiyor da ağır taşlar, dibe çöküp kalıyor öylece. Neyin kum, neyin çakıl, neyin ağır taş olması gerektiğini çözemeyecek kadar toysun üstelik.
Sonra zaman daha yavaş işliyor. Otuzdan elliye kadar, ağır aksak seneler içinde, hayatımızda çok az şey değişiyor. Dolap beygiri gibi aynı sabit değerler etrafında, ha bire vakit öldürüyorsunuz. Saçınızın rengi, cildinizin şekli dışında hemen hemen hiç bir şey değişmiyor. Çoğu zaman değişsin istemiyorsunuz, bazen de değiştiremiyorsunuz. Değişen ufak tefek olaylara da soğuk bir mutluluk, nazik bir sevinç duyuyorsunuz. Coşkulu çığlıklar, şen kahkahalar azalıyor iyice.
Yağmur hayaller, güneş yaşamın, yaşandığı an, peki ya gök kuşağı. Nerede, görebiliyor musunuz. Belki de öyle bir şey yok. O sadece çocukların hayali. Hala görüyorum diyen, içindeki çocuğu yaşatanların iddiası. Resmini çekenler mi, hadi ya, montaj olmasın. Gök kuşağı güneş ve yağmurun valsi demiştik, yani gerçek ve hayalin birbirine geçişi. Gerçek ve hayalin birlikte demlendiği, kıvam bulduğu boyut. Gerçeği hayal tadıyla yaşamak, öylesine can alarak. Hayali gerçek tadıyla hissetmek, öylesine dokunulur tutulur. Anı, anın getirdiği duyguyu ertelememek. Zamanın hızında savrulmamak. Gereksiz kurallarla kendimiz ve sevdiklerimize hayatı zehir etmemek. Zamanı daraltmamak. Yaymak, genişletmek, zevk almak. Çoğaltmak, çoğalmak.
Gece uykunuzu kovalayın gitsin. Miskin miskin nevresime desen olmayın. Keşfedin gecenin tadını. Kalabalık bir mekanda, gürültülü müzik, aklınızı seyahate gönderen, size mola verdirip, sizden bihaber yapan içecekler olmadan. Sade, katışıksız, tekil kalabalıksız. Siz ve hassas yüreğiniz. Gezinin, gecenin sessizliğinde, ruhunuzun çığlıklarını dinleyin. Ağlayın, vara-yoğa. Bir bahane bulun, Afrika da ki açlar, savaşta ki çocuklar, nesli tükenen pandalar. Göz pınarlarınız çalışsın. Yüreğiniz titresin, beyniniz buruşsun, terlesin. Sonra o yorgun gözlerinizden damlasın yüreğinizin teri. Islak kirpiklerinizle, lambanın ölgün ışığına bakın, gök kuşağı orada. O evet, gök kuşağı gerçekmiş. Islak kirpiklerimize saklanacak kadar küçük. Hayallerimize taç olacak kadar büyük.
Kirpiğimde parlayan gök kuşağı, kuru göz de oluşmaz bilirim,
Boşa öten bülbül değil rehberim, kül olan pervaneye özendim.
Yüreğiniz daha yavaş atıyor, eliniz ayağınız hareket etmek için nazlanıyorsa, yağmura, güneşe, gök kuşağına ihtiyacınız var demektir.
Hedeflerin son bulması kadar kötü bir son yoktur. Yeni hedefler bulmak, yeni hayaller kurmak, yenilenmek,tazelenmek gerekir. Gönülde tozlanır, küflenir paslanır. Gece ağlayan yavru kedi sesi, sizi sokağa çıkartıp onu aratmıyorsa tozlanmıştır gönlünüz. Çay bahçesinin önünde keyifli çocukların sesi, sizi yoruyorsa, paslanmış demektir yüreğiniz. Gözlerinize bütün sıcaklığı ile bakan bir köpeği okşayamıyorsa eliniz, küflenmiş demektir kalbiniz.
Yağmur umudunuz, hayalleriniz, hedefleriniz. Kurutmayın yüreklerinizi, çöle döndürmeyin gönlünüzü. Hayat orada can buluyor.
Güneş ve ışık, gayretiniz, bilginiz, birikiminiz. Cehalet karanlığında boğmayın geleceğinizi, öğrenmekten korkmayın, keyif alın.
Gök kuşağı ise, duygunuz, hevesiniz, kanaatiniz, şükrünüz. Görmek istediğiniz her renk, elinizle işlediğiniz yerde. Gözleri olanın, yüreğinde sevgi taşıyanların, gök kuşağı her zaman vardır. Gönül semalarınızı rengarenk gök kuşakları ile aydınlatın. Sizden beslensin karanlık sineler, beslensinler de alemi ışıl ışıl aydınlatalım.
Karanlık değil gece, gün yoruldu o kadar,
Gündüzü getiren sen ol, sev sevebildiğin kadar...
0 yorum