MUTLULUK
Cuma, Mayıs 27, 2016Yine gece çöktü.
Hastaların acıları daha fazla, umutsuzların çaresizliği daha yoğun, sıkıntılıların sabrı daha az. Karanlık yoğun, sessizlik derin. Duygular ateş gibi yakıcı, korkular buz gibi dondurucu.
Yaşamak zor, zorluklarla mücadele yorucu da gece başka ağırlaştırıyor tüm yükleri. Daha koyulaştırıyor yokluklarına dayanamadıklarımızın eksikliklerini. Hasret çektiriyor, bazen ölüme, sonrasını hiç düşünmeden.
Eğer ecel, kişilerin tercihine bırakılsa veya yasak olmasa davet etmek Azrail’ i ( as) , iki gecede dünya nüfusu yarıya inerdi. Bir derin ah, bir ağır of, son nefesimiz olur, sonraki sabahları boş dünyalara bırakırdık. Tutunmak isteği, çabası, yeniden ayağa kalkıp doğrulmak gayreti olmazdı içlerimizde.
Acılara dayanmak, gözyaşlarıyla damla damla dökülmek, çetin bir uğraş gibi görünse de aslında insanı pişiren, olgunlaştıran ve hayatın anlamını daha bir derinleştiren nimetler. Bedende ki hasar ölçüsüne göre hemen bitirse de ömür serüvenini, ruhtaki hasar yatırıyor, eziyor, öğütüyor, halden hale dönüştürüp değiştiriyor ama canın sonu olmuyor.
Her günü bayram olana, neden deli dendiğini anlayamazdım küçükken. Çünkü yasalar, kurallar, dini ve ahlaki ölçüler, öyle şeyler sunuyorlardı ki eğer onlara herkes sıkı sıkı uysa, dünya bayram yeri olurdu muhakkak. Bu bazen zorla uygulanıyor, bazen özendirerek yaptırılıyor. E o zaman, bunu başaranlara neden deli deniliyor.
Şimdi düşünüyorum, acaba gerçekten her şey mükemmel olma noktasına gelse, hiç pürüz kalmasa, tam bir sükunet ve huzur oluşsa, tat alır mıyız hayattan. Sevinci, başarıyı şimdi olduğu kadar yürekten yaşar mıyız. Daha doğrusu sevinç ve başarı, coşku ve mutluluk olur muydu o zaman.
Elbette hayır. Emeksiz dilek olmaz. Nimetin değeri külfetindedir. Terlemeli çalışırken, özlemeli beklerken, ağlamalı kaybedince, coşmalı başarınca, titremeli korkarken, ümitlenmeli yitirince, heyecanlanmalı meçhulü tüketirken, kısacası, duymalı, hissetmeli , tatmalı yaşarken.
Bayram hediyelerinden çok daha fazla mutlu eder insanı, çabayla kazandığı küçük bir ödül.
Hediyelerle, ödüllerin arasında uçurumlar kadar farklı etkiler oluşur gönülde.
Terlerse beyinler, zorlanırlarsa, fikir ve çare üretirler. Eline aldığın şablonla yaptığın iş sadece sonuç olur, terleye terleye oluşturduğun iş sanat olur. Sen olur, senin olur.
Mutluluk pembe bulutlarla, Kaf dağında değil. Sihirli değnekleriyle iyilik perileri getirmez onu. Alaattin’ in sihirli cini, paslı lambalarda yok. Masallar alt beyinlere hayat zor değil, azıcık yükseğe zıpla, bak ışık nerelerden geliyor, tutun ona demek içindir.
Mutluluk, kovaladığımız ve yorulunca oturduğumuz yerde.
Avuçlarımız arasında, ruhumuzda, bize sevgiyle bakan gözlerde. Elini tuttuğun masum bir bebeğin, ıslak avuçlarında. Korkuyla bakan yavru köpeğin, başını okşadığında, ellerine değen tüylerde. Yeni ektiğin çiçeğin tomurcuklanan, ufacık çiçek uçlarında. Denizin kenarında, yapış yapış yosun kokusunda, uykudan kaldıran şımarık serçenin ötüşünde. Bana her gün mart diye avaz avaz bağıran kediciğin sesinde.
Mutluluk, akıyla- karasıyla, acısı-tatlısıyla, ayağına takılan taştan, başına koyulan taca kadar, zerre zerre hayatın içinde.
Mutluluk çimen gibi ayaklarımızın dibinde, çıplak ayakla dokununca tüm varlığımızda hissedecek kadar yoğun. Beyaz, taşkın, uçarı, haylaz bulutların şekillerinde. Azıcık damlatıp, çoğu zaman, desen desen içinde saklayan, bize fark ettirmek için kendini ,her saniye değişen hallerinde.
Mutluluk onu kabul edince içimizde, itersek ve gözlerimizi kapatırsak hep başkalarında, hep özlemimizde…
0 yorum