GERÇEK SAVAŞ İÇİMİZDE
Cuma, Ekim 21, 2016
Sultanlarından biri, bir gün meşhur ressamları sarayına çağırdı ve: "İnsanlarla uğraşmaktan, düşmanlarla harp etmekten usandım. Biraz kenara çekilip, huzur istiyorum. Bana bir tablo yapın, buna baktıkça huzur bulayım. Bunu resmedecek sanatçıya büyük bir mükafat vereceğim" dedi. İki sanatçı günlerce çalışarak yaptıkları resimleri sultana götürdüler.
Resimlerden birisinde sükunetli bir göl vardı. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen yemyeşil dağların görüntüsünü yansıtmaktaydı. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyorlardı. Sultan resme baktı ve onun bir huzur resmi olduğunu düşündü. Diğer resimde de engebeli ve çıplak dağlar vardı. Üst tarafta, öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim, hiç de huzurlu görünmüyordu. Sultan bu resmi yapan ressama: "Bu resmin bana huzur vereceğini mi düşünüyorsun? Bana böyle bir tabloyu nasıl yaparsın?" diye hiddetlendi. Ressam dedi ki: " Sultanım, siz Müslümanların başında bulunan bir çobansınız. Onların dertlerini, sıkıntılarını sizden başka kimse halledemez. Yani siz, iyilerin işlerini görmeye, kötülerle mücadele etmeye, ömür boyu mahkumsunuz. Sizin huzurunuz, ancak bundadır. Bir kenara çekilip huzur arayamazsınız. Bu tabloyu size bu vazifenizi hatırlatmak için yaptım" dedi.
Yaradan kabir hayatını yatarak geçirmemizi, dünya yorgunluklarını atmak adına planlamış olmalı. Burada hayra çalışıp koşturanlara, uzun bir istirahat var kabirde. Huzur ve sükunet dolu. Burada şerre çalışıp rahat durmayan veya kendi kişilik rahatı için hakka girip rahat bozanlara da azap dolu, eziyetli bir zaman dilimi kabir.
Haberler haberler haberler...
Şehitler, cam parçaları gibi ince ve keskin gömülüyor ciğerlerimize. Sızısı yakıyor, acısı tüketiyor, bazen içimden kan kokusu geliyor. Duadan başka yapacaklarımız olmalı, bayrağa bürülü, dağ gibi yiğitleri omuzlarken, arkada inci gibi göz yaşı döken körpe yavrularına, tazecik eşlerine, utanmadan, boynumuzu bükmeden bakacak yüzlerimiz olmalı.
Utanç veren başka bir konu da ülke topraklarımın, kadınlar için Amazon ormanlarına dönmüş olması. Yabancı veya yerli, hemcinslerimin benim kutlu ülkemde, aziz milletimin içinde salına salına gezememesi.
Babayiğit diye bir ifade vardı, daha düne kadar sık kullanılırdı. Güçlü, kuvvetli, şefkatli, merhametli, hem baba gibi sığınılacak, hem yar gibi sevilip güvenilecek. Ne oldu bizim Alp, Cengaver, Mücahit, Yiğit, Alper, Oğuz, Battal, Kerim erkeklerimize. İsimleri değiştirdik, cisimler de değişti. Dağları bekleyen babayiğitler, kalleşçe kıyılırken, kalleşçe şehirlerde sinmiş erkek müsfettesi reziller, kadın ve kızlara kıyıyorlar.
Huzurun resmini çok gören sanatçıların, sultanları nezaketle uyardığı o günlerden, sanatçıdan- siyasetçiye, güvenlikten- yöneticiye herkesin kişisel zevk ve hırsları uğruna ülkemin silahının bile düşmana satıldığı günlere nasıl geldik.
Doğruları asitlediler önce, bilemez oldu gençlik tutunacağı sabitleri. Annen baban cahil denince, savruldu taze beyinler etrafa.
Sonra kimi kaptılar ne yaptılarsa uçtu milletimin milli değerleri.
Kendi gülüşüne, kilitlendi tüm gençlik, ellerinde kocaman ekran telefonlarla, bir de ciddi sorunları var kaç like almış.Tek dertleri bu. Sokakta kaç kızın canını kaç cani almış, fark edilmiyor.
Dağda kaç bebenin babası şehit olmuş görülmüyor. Yirmi yaş altı genliğin 4.5 ,3 her ne ise hayattan koparıp boşluğa bağlayan hatlarına sızmalı sarsıp iyi bir kendilerine getirmeli.
Muğla da şehit töreninde selfie çeken kızlar, “ aman hadi hemen gidelim şimdi ağlar sızlar bunlar” demeleri beynimi yeniden kanatacaktı. Orada yatan, bayrakla süslü yiğit, onların o pervasız, fütursuz, şuursuz yaşamlarının garantisi için feda olmuş ve kendilerinden ancak bir kaç yaş büyüktü.
Bu milletin gözünü açmak mümkün değil gibi en azından gönüllerine açılıp, insan oldukları yerin merkezine bir baktırmak, en elzem ihtiyaç, en ciddi sorun günümüzde.
Anneler, babalar, abi, abla, öğretmenler, yeni nesle içlerinde yürek taşıdıklarını ve onun içi boş olduğunda hayvandan farkımız kalmadığını öğretmeliyiz.
Sevmeyi bilmeyen, yaşamayı, yaşatmayı bir işe yaramayı da bilemez. Bu gerçek savaşımız, gazamız mübarek olsun hepimize…
6 yorum
Baştan sona haklısınız ve detay atlamadan vatandaş profilimizi çizmişsiniz. Ben insanları, bloglar arasında bile tanıdıkça hayretlere düşüyorum. Birinin acısına üzülmek şöyle dursun, öteliyorlar. Kazalarda ya da patlamalarda soğukkanlılıkla telefonlarına video olarak kaydedyor ve kim bilir nasıl acımasızca ve kendisi gibi arkadaşı, ya da erdemsizce yetiştiren, hiç bir değeri aşılamayan ailesiyle paylaşacak. Başıboş, sadece kendiliğinden olan Allah'ın nimeti ritmik nefeslerinden başka bir özellikleri yok bence. Benim kedim, zaman zaman duygu yoğunluğu yaşarken gözlerini bana dikip dakikalarca ayıramıyor.
YanıtlaSilSonumuz hayırlı olsun demekten başka münferit olarak yapacak bir şey mümkün görünmüyor. Sevgilerimle ...
Acıtan gerçekler bunlar. Hayvanların sıcak iklimine sığındığımız günler. Allah sonumuzu hayr etsin.
SilÇaresiz hissetmek istemem ama yapılacaklar artık çok çok daha zor. Elimizden gelenin gayretinde olalım yeter.
YanıtlaSilÇok teşekkürler, saygılarımla...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilÇok estetik ve faydalı bir yazı olmuş elinize sağlık..
YanıtlaSilGönlünüze sağlık, teşekkürler. Gerçekler acı oldukları kadar çirkin de oluyor bazen. Estetik bir şekil için çaba gerekiyor. Fark etmeniz ve zaman ayırmanız incelik. Teşekkürler.
YanıtlaSil